2 Haziran 2012 Cumartesi

Hayatın Anlamı Senın Bakıslarında

Eski zamanların birinde bir adam hayatın anlamının ne olduğuna takmış kafayı... Bulduğu hiçbir cevap ona yeterli gelmemiş ve başkalarına sormaya karar vermiş.. Ama aldığı cevaplar da ona yetmemiş. Fakat mutlaka bir cevabı olmalı diyormuş. Dolaşıp herkese bunu sormaya karar vermiş. Köy, kasaba, ülke dolaşmış bu arada za...man da durmuyor tabi ki. Tam umudunu yitirmişken bir köyde konuştuğu insanlar ona 'Şu karşıki dağları görüyor musun, orada yaşlı bir bilge yaşar. İstersen ona git belki o sanaaradığın cevabı verebilir.' demişler.Çok zorlu bir yolculuk sonunda bilgenin yaşadığıeve ulaşmış adam. Kapıdan içeri girmiş ve bilgeye hayatın anlamının ne olduğunu sormuş. Bilge 'Sana bunun cevabını söylerim ama önce bir sınavdan geçmen gerekiyor.' demiş. Adam kabul etmiş. Bilge bir çay kaşığı vermiş adamın eline ve içine de silme bir şekilde zeytinyağı doldurmuş. 'Şimdi çık ve bahçede bir tur at tekrar buraya gel. Yalnız dikkat et kaşıktaki zeytinyağı eksilmesin eğer bir damla eksilirse kaybedersin.' Adam gözü çay kaşığında bahçeyi turlayıp gelmiş. Bilge bakmış 'Evet, kaşıkta yağ eksilmemiş, peki bahçe nasıldı? '. Adam şaşkın bir şekilde şunu söylemiş: 'Ben kaşıktan başka bir yere bakmadım ki.'. Bunun üzerine bilge 'Şimdi tekrar bahçeyi dolaşıyorsun kaşık yine elinde olacak ama bahçeyi inceleyip gel.' demiş. Adam tekrar bahçeye çıkmış gördüğü güzellikler büyülemiş muhteşem bir bahçedeymiş çünkü. Geri geldiğinde bilge, adama 'Bahçe nasıldı? ' diye sormuş. Adam gördüğü güzelliklerkarşısında büyülendiğini anlatmış. Bilge gülümsemiş, 'Ama kaşıkta hiç yağ kalmamış.' demiş ve eklemiş: 'Hayat senin bakışınla anlam kazanır. Ya sadece bir noktayı görürsün hayatın akıp gider sen farkına varmazsın.. Ya da görebileceğin tümgüzelliklerin tam ortasında hayatı yaşarsın akıp giden zamanın anlam kazanır... Hayatının anlamı senin bakışlarında gizlidir.'..........
 
Mehmet Akif Ersoy

29 Mayıs 2012 Salı

Bir Aşk, Bir Şehir, Bir Yazı

“Çay fincanındaki dudak izinin sıcaklığıyla…” (Sunay Akın)
“Adım atmak” dedi Sunay Akın, insanoğlunun hatırlanacak bir şey yaptığına dair ilk işarettir. Hatırlanacak en önemli şeylerden birini yaptığım anda yani İstanbul’a adım attığımda yapayalnızdım. Belki biraz korkuyordum ama ne olacağına dair nedense aptalca bir iyimserliğim vardı. O bana soğuk ve kalabalık gelen çok kişilik hücremde sabaha kadar olmasa da en azından gece yarısı üç ya da dörde kadar sessizce ağladığımı biliyorum.
Bedelsiz şekilde bir aşka kavuşamayacağımı biliyordum. Bu bir şehirde olsa böyleydi. Aşık olduğum şehrin, aşık olduğum Boğaz manzarasına bakıyordu odam. Geçiciydi konaklamalarım. Bir evim, dostlarım ya da kalıcı bir işim yoktu. Sadece burada bulunmamı sağlayacak kadar küçük bir bahaneydi işim. Yaptığım ne kadar doğru diye düşünürken bazı geceler kendimi o kadar kasıyordum ki ya dişlerim kanıyordu ya da başım ağrıyordu çatlarcasına. Bavuluma tıktığım eşyalarım, yanıma aldığım ama ufak sandığım harcamalarla erimeye başlayan küçük birikimim öylece yatağımın tam karşısındaki yer yer yıpranmış ve boyası sıyrılmış dikdörtgen etajerin üstündeki ağzı açık lacivert bavulumda duruyordu. Tozlanmamasını umarak. O kadar güvensizlik içinde insan ne arar? “Güven.”
Erkenden kalkıp, döndüğümde aynı yerde olamayabileceğimi düşünerek işe giderken sahip olduğum her şeyi geride bıraktığımı sanıyordum. Daha doğrusu buna inandırılmıştım. Fikrim değiştiğinde sanki arkamda duran herkes desteğini benden çekmiş, uzaktan beni izliyorlardı. Sıkış tıkış bir akvaryumda soluk almaya çalışan bir balığı izler gibi koltuklarından… Bense kendime göre ilk kez geç verilmiş bir kararın kararlılığıyla geldiğim şehirde tutunmaya çalışıyordum. Karşınızda tüm heybetiyle duran, yanına yaklaşamadığınız uzak bir şehrin yabancı yüzleri arasında insan ne arar? “Samimiyet”.
Sabah evden çıkardım. İnsanlara bakardım. “Havlamayanlar sürülerini bulamazlar” der “Kurtlarla Koşan Kadınlar” kitabının yazarı. İşte bende o suratlardan, o mücadele etmeye çalışan insanlardan doğru yerde olduğumu anlıyordum. İşte tüm gün maskelerle dolaşan insanlardan sıkılıp Taksim’e doğru iniyordum. O kadar ürkek bir dönemdi ki hızlıca yemeğimi yiyip hemen güvenli sandığım yere dönüyordum. İnsan sabah-akşam rutininde verdiği mücadeleyi bile anlatamadığı bir şehirde ne arar?“Paylaşım”
Ben tutkuyla geldiğim bu şehre. Onunla tanıştıktan sonra yukarıda saydığım tüm kelimeleri bir arada buldum. Samimiyet, güven ve paylaşım. Sonra onunla biz bunun içine eğlence kattık ve adı aşk oldu. Bir şehir, bir aşk ve ardından bir yazı oldu…

23 Mayıs 2012 Çarşamba

Buyuklere ozenince 
Çocuklar, özellikle de kız çocuklar büyüklerinin giysilerini giymeye bayılırlar ve yer Afganistan olunca da bu 'o' an ortaya çıkar... Afganistan'ın Başkenti Kabil'de, muhtemelen evcilik oyunu sırasında elde edilen bir 'o' an... Yaşça büyük olan kız, kendisi için dikilen burkasını giymiş ama annesi gibi olabilmek için topuklu ayakkabılarını almak yeterli olmuş...

Okuma-yazma sevinci 
Romanya'dan bir fotoğraf… Gülerek, neşe içinde önlerindeki kağıtlara birşeyler yazmaya çalışan bu kadınlar çingene... Bükreş yakınlarındaki bir okulda çekilmiş bu mutluluğun 'o' anı... Okuma-yazma öğrenmeye gelmişler bu okula ve yazabilmenin verdiği mutluluk da yüzlerinden açıkça okunuyor. İlerlemiş yaşına rağmen öndeki kadın bir çocuk gibi seviniyor yazmayı öğrendiği için...


Dalgali bir gun 
Fotoğraf Avustralya açıklarından, okyanustan... Avustralya donanmasından bir gemi yasadışı avlanma ile mücadele için devriyede… Havanın sert olması sebebiyle devriye gemisinin burnu dalgalardan ötürü havalanmış ve denize çarpmış. 'O' anda da kaptan köşkündeki bir denizci deklanşöre basınca bu etkileyici görüntü ortaya çıkmış.


Estetik sporla birlesince 
Bir spor dalı çok estetik olunca bu özelliği sadece hareketli anlarda ortaya çıkmıyor... Estetik, zamanın donduğu 'o' anda da kendini gösteriyor. Budapeşte'de çekilen bu fotoğraf da Rus çiftin gösterilerini tamamladıkları 'o' anda yakalanmış. Tek vücut olmuşlar ve bir örümceği andırıyorlar. Kıyafetleri de birbiriyle bütünleşince bu muhteşem 'o' an çıkmış ortaya...


Cocuklari ugrasi 
Iraklı iki küçük çocuğun uğraşı insanı gülümsetiyor. Önde bir köpek yavrusu, arkada ellerinde bir parça yiyecekle iki Iraklı çocuk. Belli ki köpek yavrusunu beslemekteler... Ve belli ki köpek yavrusu da onları yok saymakta ısrarlı. Güneş batmak üzereyken çekilen bu fotoğraf, çocukların çevrelerinde olup bitenden çok kendi dünyalarındaki uğraşlarla ilgilendiklerini gösteriyor. Onlar için 'o' anda, ne ülkelerindeki savaş, ne de ülkenin son durumu pek birşey ifade ediyor... Onlar için 'o' anda, o yavru köpeğin gönlünü kazanmak önem taşıyor...

O AN FOTOĞRAFLARI -11

Veda 
Irak'tan bir veda anı. Vedalar her zaman zordur, hep hüzünlüdür. Fotoğraftaki Iraklı kadın da Hac görevini yerine getirmek üzere Mekke'ye doğru yola çıkıyor. Tabii kendi isteğiyle bu yolculuğa çıkıyor ama cama uzanan eline, yüzündeki ifadeye bakılırsa ailesini bırakmak ona yine de zor geliyor. 'O' anda yağan yağmursa galiba bu vedayı daha da hüzünlü hale getiriyor.


Ruh arindirma 
İspanya'da çekilen bir fotoğraf. Bu endişe verici görüntü aslında şaşırtıcı bir inanışın sonucu.. ******ların azizi Saint Anthony için düzenlenen festival geleneklerine göre, ateşin içinden geçen atın ruhu arınırmış.


Maymun yili 
Fotoğraf New York'ta bir kutlama sırasında çekildi. Ülkelerinden çok uzakta da olsalar Çinliler geleneklerini yaşatmaya çalışıyor ve kendi takvimlerine göre yeni yılı kutluyorlar. Kutlamalara katılan bir Çinli de yüzünü bir maymun gibi boyamış, üstelik bunun anlamlı bir nedeni de var. Çünkü Çinliler, geleneksel takvimlerine göre artık ''maymun yılı''ndalar.


SINIrlari zorlamak 
İspanya'da çekilen 'o' anda, yakında sahnelenecek gösterileri için prova yapan a***batlar yansıyor objektiflere. Sahnede kullanılan ışık, kostüm, makyaj bambaşka bir atmosfer yaratarak, 'o' anda en önemli olan şeyi dikkatlerden uzaklaştırıyor. Oysa a***batlar, bu estetik görüntüyü yaratmak için insan bedeninin sınırlarını zorluyor.


Soguk hava 
Amerika Birleşik Devletleri'nde çekilen bir fotoğraf. Bu 'o' an soğuk havanın bir sonucu olarak oluşmuş. Belki ilk bakışta görüntüdekini yolda ilerleyen bir kamyonet zannedebilirsiniz. Ama aslında bu, denizde ilerleyen küçük bir vapurdan başka birşey değil..


Oyuncak müzesinde bir yansıma 
Fotoğraf Rusya'da bir oyuncak müzesinde çekildi. Fotoğrafçı objektifini müzede sergilenen iki ilginç oyuncağa çevirmiş ve onları ve ilginç bir ayrıntıyı da fotoğrafına dahil etmiş. Müzenin küçük ziyaretçilerinden birinin yansıması da bebeklerin sergilendiği cam kabinin üzerine düşmüş. Ancak küçük kızın yüzündeki ifadeye bakılırsa, bu bebekler ona bildiklerinden biraz farklı gelmiş, hatta belki de onu biraz ürkütmüş.


Boğa güreşi 
İspanya'daki boğa güreşlerinde çekilen bir fotoğraf. Başlı başına etkileyici bir gösteri olan boğa güreşinin unsurları kullanılan ışıklarla daha da keskinleştirilmiş . Üzerlerine düşen ışıkla boğalar daha da etkileyici görünüyor ama gölgesi arenaya düşen matadorun onlardan çok daha haşmetli göründüğü de bir gerçek. Zaten boğa güreşlerinde genellikle matadorlar galip çıkıyor…


Dali anısına 
İspanya'da ünlü ressam Salvador Dali anısına açılan bir sergi. Pek çok sanatçı ilginç sanat eserleri tasarlamış ve sergide Dali hayranlarının beğenisine sunmuş. İşte o ilginç eserlerden biri... Sanatçının ne anlatmaya çalıştığını anlamak zor ama ortaya ilginç bir eserin çıktığı da gözardı edilemeyecek bir gerçek. Zaten sergiyi gezenlerden birinin şaşkın ifadesi de bunu doğrular nitelikte.


Brooks'tan bir 'o' an 
İngiltere'de çekilen bir fotoğraf. Hollywood'un en tanınmış yönetmenlerinden biri olan Mel Brooks, İngiltere'de sahneye koyacağı müzikal öncesinde gazetecilerle birlikte... Gazetecilerle şakalaşan Brooks'un 'o' andaki bu hali, onun en az çektiği komedi filmleri kadar renkli bir kişiliği olduğunu anlatmaya yetiyor.


İntihar saldirisi 
Irak'tan çekilen bu 'o' anda, camları kırılan arabasını süren bir adam görülüyor. Kaza yaptığı düşünülen bu adam aslında Bağdat'ta düzenlenen intihar saldırısından kurtulmuş. Yüzündeki ifade de yaşadığı şoktan kaynaklanıyor.

O AN FOTOĞRAFLARI -10

Mona Lisa 
Amerika Birleşik Devletleri'nde çekilen bir fotoğraf. Dünyanın en tanınan tablolarından biridir Mona Lisa... Fotoğraftaki evin sahibi de Mona Lisa'nın gerçek hayranlarından biri galiba. Çünkü tablonun, evinin duvarına sığmayacağını anlayınca, yatay olarak yerleştirmiş. Mona Lisa'nın belli belirsiz gülümseyen ve su bikirintisine yansıyan yüzüyle 'o' anda oradan geçen biri... Hepsi birlikte bu 'o' anı ortaya çıkarmış. Ayrıca bu duvardaki eğer bir baskı değil de boyama işiyse, badanacı ya da yapan her kimse epey maharetliymiş. Fotoğraf "Picture of Excellence" yani mükemmellik ödülü almış. Bizce badanacıya da mükemmellik ödülü verilmeli...


Noel havası Bosna'da çekilen bir fotoğraf . Orada görev yapan Amerikan askerleri düzenledikleri törende Noel şarkıları söylüyor. Belli ki ülkelerinden uzak geçirdikleri Noel'in havasına girebilmek için biraz çaba harcamaya karar vermişler. Yağan karın altında da Noel havasına kendilerini bir hayli kaptırmışlar.


Kayak
Kayakla atlama müsabakasından bir spor fotoğrafı. Elde edilen karede, açının ne kadar önemli olduğunu kanıtlayan bir 'o' an. Kayakçı sanki gökyüzünde süzülüyor ve silüeti, sporcunun sağladığı dengeyi ve kendine duyduğu güveni fazlasıyla yansıtıyor.


Iran'da siyasi durum İran'da, Anayasa Koruyucuları Konseyi'nin, reform yanlısı adayların milletvekili başvurularını reddetmesiyle başlayan kriz devam ediyor. Fotoğraftaki konuşmacı, reform yanlısı siyasetçilerden biri. Yanıbaşındaki kadın da belki 'o' anda salonda sessizliği sağlamaya çalışıyor ama 'o' an ülkedeki siyasi durumu da anlatabiliyor...


20 yas kutlamasi 
Japonya'da çekilen bir fotoğraf. Tokyo'da bir lunapark ve bir eğlence anı. Bu görüntü, lunaparktaki gençkızların oldukça keyifli olduğunu anlatmaya yetiyor, ama fotoğraftaki bir ayrıntı da merak uyandırıyor. Çünkü genç kızlar, aslında bir lunaparkta giyilmesi pek de uygun olmayan kostümler içinde görülüyor. Fotoğrafçı da genç kızların Japonya'da yetişkinliğe adım olarak nitelendirilen 20. yaş günlerini kutladığını ve bu nedenle kimonoları ile lunaparka geldiği bilgisini veriyor


Opucuk 
Fotograf Kanada'nin Ottowa kentinde cekildi. Fotografta sağda görülen Muhafazakar Parti'nin yeni başkan adaylarından Stephen Harper. Ancak Harper 'o' anda pek mutlu görünmüyor. Bunun nedeniyse, birkaç saniye önce hemen yanında bulunan ülkenin ünlü komedyeni Mary Walsh'tan gördüğü samimiyet. Bu ciddi politikacıyı yakalayan Walsh, dudaklarına bir öpücük konduruvermiş. Walsh'un rujunu hala dudaklarında taşıyan Harper, 'o' anda hala şoku atlatamamış...


"Engel"li at yarisi 
Engelli at yarışı sırasında elde edilen bir 'o' an. Bu karede jokey ve atının engeli aştıktan hemen sonraki anlarını görüyoruz. Jokeyi endişeli bakışının atın bu 'o' andan çok zarar görmediğini de belirtiyoruz.


Sorf keyfi 
Londra'da bir sörf yarışı sırasında çekilen bir fotoğraf. Yarışmacılardan birinin rüzgarla ve dalgalarla mücadelesi, güneşin ışıklarıyla da biraraya gelince bu çarpıcı görüntü ortaya çıkıyor. Bu görüntü, doğa sporlarının yarattığı heyecanı ortaya koyuyor ve hatta vücudun ürettiği adrenalini bile gösteriyor.


Konya'da çöken bina 
Konya'da Anadolu Ajansı'ndan Rıza Özel'in yakaladığı bir 'o' an. Binanın çökme nedeni inşaat hatasıydı. Çünkü dışardan ciddi bir etki olmadan 11 katlı bir apartman nasıl çökemezdi. İşte bu fotoğraf buna cevap veriyor ve bir vinç betonu kaldırırken bu 'o' an ortaya çıkıyor. Ve havada dağılan beton, aymazlığı ve vurdumduymazlığı ortaya koyuyor...



Kayıpların ardından 
Konya'da çekilen bir fotoğraf. 11 katlı bir binanın nasıl olup da yıkıldığı sorgulanabilir ve sorumluları cezalandırılabilir belki ama o binanın altında yakınlarını kaybedenlerin acısını sözlerle ifade etmek hiç mümkün olmayabilirdi. Yıkılan binanın altında sevdiklerini kaybeden bu adamın yüzü, vücut diliyse hissettiklerini anlatmaya yardımcı olabilirdi: Öfke, acı, çaresizlik… 'O' anda hepsi birlikte gösterilebilirdi...

O AN FOTOĞRAFLARI -9

Irak'ın samarra kentinde çekilen bir fotoğrafla devam ediyoruz. 9 yaşındaki ali yüzünde acı ifadesi var...samarra'daki çatışmalarda yaralanmış. Ama o anda ona daha önce hiç tatmadığı bu fiziksel acıyı bile unutturan bir acıyı da yaşıyor aslında. Çünkü ali, babasının bu çatışmalarda öldüğünü sadece birkaç saniye önce öğrenmiş.


Çamur sayesinde 
National Geographic fotoğrafçısı Rendy Olson'un Sudan'da çektiği bir 'o' an. Sudanlı çocukların ne kadar zor bir yaşam sürdüklerini anlatmaya yeten bir fotoğraf. Yiyecek bulmakta güçlük çeken bu çocuklar, vücutlarını ve başlarını bir gelenekten dolayı böyle çamurla kaplamamışlar. Asıl neden çaresizlikleri, çünkü saçlarındaki bitlerden ancak bu şekilde kurtulabiliyorlar.


�Bizim sadece babamızdı�
Filistin�de Gazze Şeridi�nde İslami Cihad�ın Askeri Kanadı�nın Komutanı Khaled Dahdouh öldürüldü. Filistinliler, Dahdouh�un İsrail hava saldırısında öldürüldüğünü söylüyor. İsrail Ordusu ise �Hayır biz değildik� diyor. Fotoğraf, Khaled Dahdouh�un cenazesi evden çıkarılırken çekildi. Dauhdouh, İsrail�e göre terörist, Filistinliler�e göreyse direnişçi komutandı. Çocukların �o� anda hem korkan hem de ağlayan gözyaşları ise �Babamızdı� diyor.


Anne acisi
Gazze Şeridi'ndeki Refah Mülteci Kampı'ndan bir 'o' an. Bir cenaze töreninde çekilmiş olan bu fotoğraftaki biri daha kundaktaki bu Filistinli çocukların gözyaşları anneleri için... İsrail askerlerinin kampa düzenledikleri baskın sırasında kaybetmişler annelerini. Gözyaşlarıyla başlayan ve gözyaşlarıyla devam eden yaşamların bir 'o' anı bu...


Mutluluk anı 
Fotoğraf Tayland'da çekildi. Vietnam Savaşı'nın ardından buraya göç eden ailelerin çocukları keyifle gülümsüyor objektiflere. Fotoğrafçı, ailelerinin zor bir yaşam sürdüğü bilgisini veriyor. Çıplak ayakları, bakımsız halleri de bunu doğruluyor ama gülen yüzleri ve gülümseyen gözleri, çocukların küçük şeylerle kısacık 'o' anlarda ne kadar mutlu olabildiğini gösteriyor. Belli ki 'o' anda kendilerine yönelen bir objektif, bu ufaklıkları bir hayli sevindiriyor.


George w.bush ve köpeği
Amerika birleşik devletleri başkanı george bush'un teksas'ta çekilen bir fotoğrafı ile devam ediyoruz. Teksas'taki çiftliğine giden bush havaalanında. Başkan bush'un korumaları tetikte, onların sorumlulukları başkanlarının güvenliğini sağlamak. Ama georgew.bush'un da bazı sorumlulukları var. Başkan bush da gittiği hiçbir yerde yanından ayırmadığı köpeğiyle ilgilenmek zorunda.



Fotoğraf finlandiya'da dünya kayak şampiyonası sırasında çekildi. Kayak sporu herzaman tehlikeli sporlardan biri olarak bilinir, bu fotoğraf da bunu kanıtlar nitelikte. Avusturyalı sporcu ilk atlayışını gerçekleştirmiş ama şiddetli rüzgarın kurbanı olmuş. Havadayken rüzgar yüzünden dengesini kaybeden ve kafası üstü piste çakılan sporcunun kişisel felaketinin başladığı o an...


Yer sri lanka'da bir stadyum.. Sri lanka ve ingiltere'nin kriket takımlarının karşılaşması başlamak üzere. Ancak maç sırasında ingiliz oyunculardan birinin dikkatini fazlasıyla dağıtan bir olay yaşanıyor. Topa doğru koşan oyuncunun çevresini kuşatan bu kargaların orada ne yaptığını hiç ama hiç anlamadığı yüzündeki ifadeden anlaşılabiliyor.


Yangın ve balık 
Avustralya'dan bir 'o' an. Arkada karanlığı bile aydınlatabilecek büyüklükte bir orman yangını görülüyor. Ancak fotoğraftaki balıkçı sanki arkasındaki olayın hiç farkında değil. O, 'o' andaki önceliğiyle meşgul. Büyük bir sükunet içinde noel yemeğinde yiyeceği balıkları tutuyor.


Fotoğraf, istanbulda saldırılara hedef olan ingiliz başkonsolosluğunda çekildi. Çevrede öyle bir yıkım var ki, burada ''yaşamla'' bağlantılı hiçbirşey olamazmış gibi geliyor insana. Ama yıkılmak üzere olan binanın kolonlarından birine polis kordonuyla iliştirilmiş çiçekler göze çarpıyor. Ve o anda o binada ve çevresinde birilerinin yaşadığını, orada birilerinin hayatını kaybettiğini ve o kurbanların sevenleri olduğunu hatırlıyor insan.

16 Mayıs 2012 Çarşamba

Cemil MERİÇ 'edebiyat üzerine düşünceler'


Cemil Meriç, pek çok konuda vâkıfane bir şekilde kalem oynatmış, hayatını Türk irfanına adamış “münzevî ve mütecessis bir fikir işçisidir. ” Türk edebiyatından Hint edebiyatına, Doğu medeniyetinden Batı medeniyetine, umrandan uygarlığa, kültürden irfana, dilden edebiyata, sosyolojiden felsefeye ve daha bir çok konuda onun güçlü ve dikkatli kaleminden çıkmış yazılarla karşılaşırız.

         Cemil Meriç’in özellikle üzerinde durduğu konular arasında dil ve edebiyat da yer alır. Biz bu yazımızda Cemil Meriç’in dil ve edebiyat üzerindeki düşüncelerini herhangi bir tenkide tabi tutmaksızın dikkatlere sunacağız.[1]

Cemil Meriç, kendisiyle yapılan bir röportajda büyük yazarların indekslerinin çıkarılması gerektiğini söyler. Bir yazarın çeşitli kavramlar hakkında neler düşündüğünün ortaya konulmasının hem okuyucu hem de araştırmacılar için faydalı ve önemli olduğunu belirtir. Bu düşünceden hareketle, Cemil Meriç’in de kavramlar indeksinin hazırlanması hem okuyucularına hem de araştırmacılara kolaylık sağlayacaktır. Bu yazı, bu açıdan bakılınca Cemil Meriç’in dil ve edebiyat kavramları hakkındaki düşüncelerinin bir nevi indeksi olacaktır.

Edebiyat Üzerine Düşünceleri:
           
Cemil Meriç, edebiyatın günümüzde iki anlamı olduğunu söyler:

1.      Geniş anlamda edebiyat
2.      Dar anlamda edebiyat

Geniş anlamıyla edebiyat; aktarılan ifadedir(...)Dil vasıtası ile insandan insana ve nesilden nesile aktarılan her beşerî ifade, edebiyattır. (KA, s. 20-21) Edebiyat, zekâ ürünlerinin bütünü, ama merkezinde, kemalleriyle kendilerini tarihe kabul ettirmiş, şaheserler var. (KA, s. 21)

Dar anlamıyla edebiyat ise; güzel yazılardır. Güzel yazı ne demek? İnsan, fert veya topluluk olarak, düşünce ve duygularını dil vasıtasıyla ifade etmek isteyince, karşısına belli bir biçim çıkar. Bu biçim, kendi biçimidir, ifade etmek istediği konuya en uygun olan biçim; hem ifade etmek istediği konuya, hem de uyandırmak istediği etkiye. Bu etki, coşkunluk, hayranlık, inandırma olabilir. Demek ki edebiyatın bir başka yönü var: sanat yönü. (KA, s. 21)

Cemil Meriç, edebiyatın geniş ve dar anlamlarını verdikten sonra bizdeki edebiyat kelimesinin kökenine iner. Edebiyat kelimesinin ne Farsça’da ne de Arapça’da olduğunu, Fransızca “littérature”ü karşılamak için Tanzimat’tan sonra edep kökünden türetildiğini söyler. (KA, s. 21) Bu noktada her medeniyetin, hatta her ülkenin edebiyattan başka şeyler anladığını da ilave eder. (KA, s. 21)

Cemil Meriç’e göre edebiyat, bir toplumun ifade vasıtasıdır.[2] Toplumun ifade vasıtası olan edebiyat bu yüzden toplumun aynası olmalıdır. (M, s. 167 )

Dünya edebiyatı, Cemil Meriç’in edebiyat başlığı altında yoğunlaştığı konulardan birisidir. Dünya edebiyatı ona göre bir rüyadır. Fakat bu rüyanın rüzgârına kapılarak kendisi de bir dünya edebiyatı yazmak ister. İlk teşebbüsü Hint edebiyatıdır. Bir Dünyanın Eşiğinde isimli eseri bu teşebbüsün ilk ve son meyvesidir. Bir röportajında dünya edebiyatı tarihi yazma düşüncesini şöyle ifade eder: “Esasen ben bir dünya edebiyatı tarihi yazmak istiyordum. Hintle başladım. Hint’i sevdim ve dört sene Hintle meşgul oldum, sonra kısmen İran’ı da yazdım fakat tamamlayamadım. Ben bütün dünya edebiyatlarını yazacaktım. Dünya edebiyat tarihi olacaktı. İmkânlar müsaade etmedi.” [3]

Cemil Meriç’e göre dünya edebiyatı ne bir millî edebiyatlar toplamı, ne de dünyaya ün salmış eserler antolojisidir. (KA, s. 24) Goethe’den alıntılayarak dünya edebiyatı düşüncesini şöyle ifade eder: “Millî edebiyatları birbirine bağlayan ve kafa ürünlerinin alışverişini çoğaltarak toplumlar arasında köprü kuran bir edebiyattır.(...) Bu karşılıklı alışverişlerin amacı; insanoğlunu kafaca yükseltmek ” (KA, s. 24-25)

Avrupa ve Asya edebiyatları da Cemil Meriç’in ilgi alanına girer.

Avrupa edebiyatı ona göre kendisini ve ölçülerini dünyaya kabul ettirmiş bir edebiyattır. (KA, s. 18) Avrupa aydınlık, kesin, köşeleri belli düşünceler iklimidir.

Cemil Meriç, Asya’yı dünya edebiyatının ilk cildi olarak görür ve söylenenleri ilkin Asya’nın söylediğine dikkat çeker. (KA, s. 17) Bizi de Asya’nın içinde görür.

O, kârlı bir iş olmamakla beraber edebiyat mesleğinin önemine inanır. Edebiyat önemli ve kutsal bir meslektir. Edebiyat, ne kadar yozlaşmış olursa olsun, yaşayanların kendilerine örnekler arayacağı bir repertuardır ona göre. (KA, s. 205)

“Benim bütün kuvvetim mümkün olduğu kadar tarafsız oluşumdan geliyor. Yani, hükümlerimi tayin eden ihtiraslarım değil…” (BÜ, s. 57) diyen Cemil Meriç’in ortaya koyduğu düşüncelerinde her zaman tarafsız olduğu hususunda herkes hemfikirdir. Edebiyatımızın edebî şahsiyetlerini ve onların eserlerini hep tarafsız bir şekilde değerlendirmiş, hükümlerini de çekinmeden verebilmiştir.

Pek çok konuda olduğu gibi Türk edebiyatı konusunda da yaklaşımı hep bütüncül olmuştur. Türk edebiyatını dünü ve bugünü ile birlikte değerlendirir. Ve bu değerlendirmeler yapılırken tarihî, ekonomik, sosyal ve kültürel şartlar göz ardı edilmez. Değerlendirmelerinin hareket noktasını Doğu, Batı ve Batılılaşma kavramları oluşturur. Eski şiirimizi tetkik ederken Doğulu tarafımıza vurgularda bulunur ve eski şiirimizi kendi nev’inde mükemmele ulaşmış bir şiir olarak değerlendirir. (KA, s. 84)

Batı’yı pek çok Batılı’dan daha iyi tanımış ve tetkik etmiş biri olarak, Batı’nın kökleri Doğu’dadır der. (M, s. 55) Kendisini ve ülkemizi de Doğulu olarak gören Cemil Meriç, Batı’yı da, Doğu’yu da tanımak gerektiğini, aksi takdirde kendimizi tanıyamayacağımızı vurgular. [4]

Batılılaşma çerçevesinde Tanzimat ve Tanzimat sonrası edebiyatımıza eğilir. Tanzimat edebiyatımız Batının istilasındadır. (BÜ, s. 124) Genç Batı’nın her nazına, her cilvesine katlanan ihtiyar birer âşık olmuşuzdur. (BÜ, s. 137) Küçüklük kompleksimiz Doğu’yu toptan inkâra sevk etmiştir bizi. (BDE, s. 6)

Servet-i Fünûn ise bir kaçış edebiyatıdır, zamanda ve mekânda kaçış. Servet-i Fünûn bir Mustağripler kervanıdır; her iskeleye uğrayan, hiçbir ülkeye yerleşmeyen bir kervan. (BÜ, s. 146) Servet-i Fünûn kaçış edebiyatı olmasının yanında toplumdan kopan bir edebiyattır aynı zamanda. (KA, s. 299)

Fecr-i Âti marazî hassasiyetlere sahip 20-30 yaşları arasında bir avuç aydın tarafından kurulmuş, bir encümendir (daha doğrusu senâkl) (KA, s. 300) Servet-i Fünûn’dan daha köksüz, daha tedirgin, daha az samimidirler. (BÜ, s. 147)

Cemil Meriç’in Türk edebiyatının diğer dönemleri hakkında dikkat çekici yorumları olmamakla birlikte pek çok Türk yazarını eserleri ve şahsiyetleriyle yazılarına konu etmiştir. Türk yazar ve şairlerini değerlendirirken hareket noktası “aydın” kavramı olmuştur. Bu bakımdan Peyami Safa, Kemal Tahir, Ahmet Hamdi Tanpınar, Attila İlhan gibi yazar ve şairler Cemil Meriç’in önem atfettiği isimler olmuştur. Cemil Meriç’in eserleri ve şahsiyetleri hakkında değerlendirmeler yaptığı yazar ve şairler ayrı bir incelemenin konusudur. 

Cemil Meriç’in üzerinde özellikle durduğu konulardan birisi de edebî türlerdir.

Edebî türler bahsinde öncelikle nazım ve nesir olmak üzere iki gruptan bahseder. Ona göre nazım, imkânlarını araştıran düşünce; nesir ise bütün nazımları kucaklayan bir orkestra: girift ve kâmil. (BÜ, s. 82) İnsanoğlu, içinden geçenleri aktarmak için iki yol bulmuş: Nesir, şiir. Nesir: Müşahedelerinin, amelî kararlarının, soyut muhâkemelerinin, katı tüme varımlarının ileticisi. Kanunları, mantıkla vuzûh. Şiir; oyuna benzer, bitmeyen bir neşîdedir. Bir amacı yoktur kendi dışında. Saf bir içini döküş, meçhule yollanan mektup, bir duâ, bir sempati özlemi. Tek kuralı vardır: Kendine uygun bir ifâde vasıtası keşfetmek.[5]Şiir, ne bir ispatlamadır, ne bir muhakeme: Bir neşîde ve bir büyüdür. [6]

Şiir, roman, tiyatro, deneme gibi edebî türler uzun uzadıya ele aldığı konulardır.

Ona göre şiir, din ve aşk gibi boşlukta yuvarlanan insanın bir yıldıza attığı merdivendir. (J, s. 40)

Roman, Cemil Meriç’in belki de en yoğun olarak ele aldığı konulardan birisidir. Bizzat kendisinin “edebiyat kültürümün, ana kaynaklarından biri. Yarım asır dolaştığım hayâl dünyası…”(KA, s. 129)diye ifade ettiği bir türdür roman.  “Roman Nedir?” sorusuna çok açık ve türün kendi tarihi içinde sahip olduğu bütün niteliklerini kapsayan kesin bir cevap veya tarif verebilmek zordur. Zira roman, 4000 yıllık tarihî geçmişi içinde medeniyetler, devirler, ülkeler, edebî mektepler ve hatta yazarlara göre farklı boyut, biçim, konu, anlatım tarzlarına sahip olmuş; farklı amaçlara hizmet etmiştir. Bu sebeple “Romanın tarifi yapılamaz, yok”tur. (Açıkgöz, s. 293) [7] Romanın tarifinin yapılamamasının sebebi ise açık: yaşayan, değişen, binbir kılığa giren bir tür. Bu sebepten böyle bir türü herhangi bir tarife hapsetmek budalalıktır. (KA, s. 132)

Deneme ise piç bir türdür. O da Yunan felsefesi gibi her duyguya, her düşünceye, her tereddüde açıktır. (KA, s. 138) Ayrıca, kendisinin üzerinde rahatça kalem oynatabileceği bir tür olarak gördüğü denemenin hudutlarını şöyle çizer: “Denemenin belli bir muhtevası yok. Her edebî nevi kucaklayacak kadar geniş, rahat ve seyyal. Kalıplaşmamış olduğu için çekici.”(M, s. 450)

Cemil Meriç, edebî türlerden sonra edebî akımlar üzerinde de durmuştur. Özellikle Kırk Ambar isimli eserinde edebî türlere genişçe yer verir. Değerlendirmelerde bulunduğu edebî akımlar ise şunlardır: Klasizm, Romantizm, Realizm, Natüralizm, Parnasizm, Sembolizm, Ekspresyonizm, Sürrealizm. Özel bir dikkatle üzerine eğildiği edebî akımların bazılarını kökenlerine inerek detaylı bir şekilde, bazılarını ise genel çerçevesi ile değerlendirir.